16 Haziran 2008 Pazartesi

bir kere de sen olma*

tap dansçısının ritimleri
televizyondaki çocuk
reklam panosundaki yüz
evi yanlış arayan ses
odamdaki hayalet
fıskiyedeki damlalar
çeşmedeki yansıma
çimlerdeki zümrütler
tangonun ateşi
jazzın herşeyi
mürekkebin lekesi
kurşun kalemin isi
falımdaki tek kişi
anılarımın ibareti.

bir kere de sen olma.
It's the day they decide for your life
it's the day I end in love with you.

It's the day sun decides whether to shine upon you
It's the day I decide to fade away forever for you.
-just to make you comfortably numb
-just to clear away your consciense bothered by my endless love.
-just to deprive my life of a consuming unyielding purpose.

It's the day, you decide to live forever
in a reality created by the chasms of fate
leaving my mortality behind by killing me
for the new life created just for you.

It's the day I end in disparition too find myself nowhere
in the new day, in your new life in new you in new me.

10 Haziran 2008 Salı

It's desert now the river of babylon*

It's desert now the river of babylon*
I sat by the river of babylon and wept over the memories of leaves.
the water of the river swayed them to dissolve the tears of my face

on my reflections
The tears are

ramnants of a wonder, proofs of obliviance's non existance.
jasmin's redolance of aşk, daisy's innocance.
the trans of hyacinth
just to sense their perish.perish.perish

I sat there in memoriam of petals, leaves and trees
only to find them only in my delirious dreams.

5 Haziran 2008 Perşembe

kibir dünyası

geçen gece rüyamda gördüm seni ya da senin bir hayalini.
bir buzdağının üstünde incecik gömleğinle bana el salladın. "Hoş geldin," dedin "benim dünyama..." arkan bembeyaz, gömleğin bembeyaz ,pantolonun siyah. ıssızlığın kalbinin su yüzüne çıktığı haliydin kibarca.
-ellerini uzattın bana dokunabilmek için-
ben akdeniz yelkenlim, alevden yelkenlerim, nefesten rüzgarımla süzülüp giderken.
tutamadım seni ellerinden eritme korkusundan uzanabilen yegane bağlarını. kendimi erittiim bitirdim sadece kararsızlıktan. saniyeninin saniyesinde-senin buz gibi ateşinle.
her zamanki bendim.
"neden" dedin bana "tutmuyorsun ellerimi atlıyım mı yanına yoksa?"
"Dur!.. farklı dünyalardayız biz. yanlışlıkla karışmışız bu rüyada özlemden.
o (özlemki)gerçek hayatta kibirden ötürü yüreğimden bile sakladığım."
"artık farklı değiliz" dedin "hepsini buzdağının altına gömdüm"
muzip bir gülümseme bilirdi yüzenden buz parçaları kırılıp düşerken.
ümitlendim bir an "istikrarlı hataları kişiliğinin,
senin seni senden ve de benden kılan üstün kibirin
gerçekten gittii "dedim aynı anda benim aşktan erimeye maruz ve mahkum haysiyetimle beraber.
Yanan dudaklar, sıcak bir nefes ve kalp atışlarının titreşimleriyle üfledim yelkenleri
son hız sana doğru süzüldüm aramızdaki okyanusu yaka yaka.
tam geldim dedim yamacına buzdağının
göğsünde uyumanın hayalliyle gözlerimi kapadım.
ve bir ses geldi o anda. kalbin kırılmasının o keskin sesi. soğuktan ilkinde hissedemesemde sese aşinayım. parçalandım yavaş yavaş dibe doğru batmaya başladım.
ne oldu anlamadan birden dönüştü senin o çağrıların soğuk ellerinin sallanmasından ibaret ben burdayım diyen bir davete.

ve benim sensiz ve bensiz sadece sana yakınlaşmam buz dağının görülmeyen kısmında parçalanıp gitti kaderden ve kederden.
sen bir kez daha sıkılgan ben bir kez daha kırılgan
aşkı yaşayamadık kendi yapılarımızdan.
buz dağının görülmeyen noktalarına çarpmıştık, dağılmıştık ancak rüyalarda vardık.

uyandım sonsuz hüzün ve sade imkansız aşkla. uyandım gene var olmayan ısının soğuk ter damlalarıyla. hiçbir şeye sahip olmamanın beyazlığıyla. umutsuzluğun boşluğuyla. uyandım sadece yeniden uyumaya.
neden dedi bırakamadın beni hiç?
sonsuz olma, son olma, hiçbir şey olmama, her şey olma. isteklerimden bırakamadın seni.
ben her an biten bir kurşun kalem
sen ise uğruna bittiğim sözcüklerin tümü.
ben her an yanan bir kurşun balerin
sen ise etrafında pervane olduğum alevdin
ama aslında sen sadece üzerime isini sürmüş sönmüş bir kor ateşiydin
ben bunu kabullenmemek uğruna
geçmiş yanılgılarımla yanmamak için
senin majestik ateşinin yanılsamasında
yandım kül oldum bittim.

hayata kızma sanatı

hayata kızma sanatı.
bu bizim yaşadığımız
oksijen yerine nikotin içimize çektiğimiz.
dışa verdiğimiz ruhtan parçalar
beceri senden geriye kalanları pazarlaman,
sarı siyah gözlerindeki yaşları pırıltı
çatlak dudaklarını kırmızı
çizgileri tecrübe(leştirmek)
ve aynaya gülüseme(sek)
ama aslında bir tablo olmak
her fırça darbesinde daha da aşınan.
monalisagülüşü olmak
çok şey bilmek ama yaşayamamak.

çıkamamak o kanvastan
başkaları için mükemmel
kendin ise çabalarının toplamından ibaret olmak.

3 Haziran 2008 Salı

Hastanenin geniş kapısından sık ama minik adamlarla içeri adımını attı.Burası acilin kapısı gibi kalabalık olmayan daha çok önemli devlet büyüklerinin hastahaneye kaldırılırken kullanılan hasta girişi ya da klinikleri ön cephede kalan doktorların kullandığı bir devlet hastanesine ya da herhangi bir hastaneye göre ıssız bir girişti. Topuklarının sesleri mermer holde yankılandı. Bekleme koltuklarının yanında tekerli sandalyede iki yaşlı adam gözlerini ona dikti. Yaşlı...yaşlı ...dedi kendi kendine... Yaşıtlarım diye düzeltti sonra kendini. Adamlardan bir tanesi ona gülümseyince Faina'nın içini bir panik sardı "acaba eski bir arkadaşım mı? Faina da ona hafif, belli belirsiz, kafa karışıklığını yansıtmamak için uydurulan nemli dudaklarının büzülerek hafifçe aralandığı bir tebessümle cevap verdi. Tekrar hızlandı. Bu gün hayatı ya yeniden başlayacak ya bitiecekti.Asansöre doğru yürürken topuklarının sesi daha da yüksek çıkmaya başladı. Tayyörünün siyah dar eteği kalçasına doğru toplanıyor, siyah uzun saçları sırtına sürtürenerek onu daha da gerginleştirimeye çalışıyordu. Hiç birine boyun eğmedi en sonunda. o güne varmış olmanın rahatlığında 72 yaşın verdiği duygu dinçliği içersindeydi. Ölüm ya da hayat, aşk ya da veda. Eninde sonunda herşey yaşamın bir parçasaydı. Bu kayıtsızlık yıllar yılı kalbinin kırıkları ve kayıplarıyla elde edilmişti. Yaşlılığın sonsuz nimetlerinden biri.
Çok da yaşlı değildi aslında. Kalben yaşlanmıştı ama bir o kadar dinginleşmişti. Sağlığı fena değildi, bir kaç renkli hap alıyordu ki hayata boyunca da almıştı zaten. Sadece bir mesela kalmıştı onun kafasında onu da halletse yazlık bir yere çekilebilir geceleri yıldızlara gündüzleri bulutlara bakarak vakit geçirebilir ve tüm bunları yaparken de hiçolmadığı kadar huzurlu olabilirdi. Sadece o son mesele de hal olsun onu hayatın çıkmazlarında tutan her şey biticekti .
Asansöre varmak üzereyken, Çocuk kliniğinden minik bir kaçak bir anda kafasını kapının arkasından boynuna kadar gözükcek şekilde uzattı. Faina bu sefer hastaneye geliş nedeni unutmuşçasına tatlı bir tebessüm yolladı. Hşşt dedi ufaklık kimseye söyleme.
Faina anlam veremedi.
Derken beyaz çoraplı iki küçük ayak ve beyaz hastene pijamalı sıska bacaklar kapıdan dışarı adımını attı. Hızlı hızlı geniş kapıya doğru koşuyordu. ayakları mermerde kayıyor son anda dengesini sağlıyor ve hiç umursamadan var gücüyle hayatı için koşuyordu. Faina ne yapacağını bilemedi. insanların kararlarına saygı duyardı ama o 5 yaşındaydı. Neyseki kliniğin açık kapısı girişteki dev kapıyla cereyan yapınca şiddetlice çarptı ve minik kaçak son anda yetişen bir hemşire tarafından kurtarıldı.
Faina asansöre bindi ve o'nun yanına çıktı. Genç bir kadının anıları, yaşanmışlığın izleri ve beklentisizliğin huzuruyla.
our last kiss was the best farewell of all the times
the melancholia so bounding
the tears so tense
it forced us to stay

2 Haziran 2008 Pazartesi

sen benim için her şeydin. dedi kız ona.

peki her şey neydi dedi? çocuk.

sendin dedi...

ben sen olunca herşey arkada kalamazdı.



şimdi neyim ben

ya da sen? dedi çocuk

biz yoksun biliyosun bu gerçeklite

sen dedi herşeysin hala

ama ben ben deliğim...

o yüzden herşeydin aslında

şimdi ise hiçliğin arkasında kalanlardan ibaretsin.

biz varız biliyorum bu gerçeklikte

senin bilmediğin düğümlerde
sen benim için her şeydin. dedi kız ona.
peki her şey neydi dedi? çocuk.
sendin dedi...
ben sen olunca herşey arkada kalamazdı.

şimdi neyim ben
hatta daha da önemlisi sen? dedi çok.
sen dedi herşeysin hala
ama ben ben deliğim...
o yüzden herşeydin aslında..
elini tuttu onun.
tütsü kokuları, kırmızı uzun eteleri uçuşan kadın, dalgaların köpükleri, puantiyeli beyaz elbiseli kız , dalgaların ıslatmak üzere olduğu nemli açık kahve kumlar, hafif dekolteli kız, kumdan kalelere dönmüş sarı kızgın kumlar, hawai gömlekli jöleli çocuk, pembe petalleri uçuşan zakku,m keten gömlekli yaşlı dede ve t-shirtlü çocuk hepsi havada asılı kaldı.
sadece müzik çalmaya devam etti arka planda.
sen başıma gelen en az en çok hatalarım
aah sen
her şeye rağmen bana sevap günahlarım
sen geceler boyu buram buram yandığım
ah sen
kokuna hasret uykularla dalaştığım.

elini bıraktı
dalgalar nemli kumları sırıl sıklam yaptı. tütsü kokusu barbeküye karıştı. bir minik, kumdan kaleleri tekme atıp kahkalarla gülmeye başladı
bisikletler gelip geçti yanlarından geceleri parlasın diye renli farlarla süslenmiş tekerlekleriyle .
küçük çocuklar onlara müzikli kornolarından çaldı. abi öpcek misin onu dediler. kızın yaşlanmış gözlerini görmeden. çocuğun o son defa aşkım dediği gözleri görmeden, aşkım diyen gözlere takılarak
öpücek misin abi.
bakakaldı o.
kız ise hızlı hızlı her adımda daha fazla ikna olarak yürümeye başladı . ilk defa ona doğru değil ondan uzağa
her şeye rağmen
arkasında onu bıraktı
ya da
nı sandı.

kırık bir gülümsemeyle elveda dedi bir kez daha arkasına bakmadan ,bakıcağını bilerek.
bu sefer sessiz olcak bu veda dedi
kırmızı burunlu palyaço
içini çekti pandomimci
konuşsam da anlamican
ama
-sadece kendim için-
içim el vermez ilerde
sana anlatamazsam bilmediğin ama bilmen gerekenleri
hissetmeyeceğini ama hakkında hissedilenleri

bembeyaz yüzünü avuçlarına aldı
gözünün etrafındaki siyah halkayı
bir göz yaşı dağıttı

yok olmaz dedi pandomimci
ben bile yetersizim bu sefer hissettiklerime...
ve bir yaprak uçtu sonsuzluğa sarı
ilkbaharın geçiciliğinde, diğerleri kalıcıyken.

ben senin için öldüm dedi geride kalana
sen benim için yaşamadın bile.
ilkbahar için yaşıyorsun
o hep süreciğini sandığın geçicilige,
hayatın hayatı için sadece.
ben aşkın yalanını dolayısıyla
hayatın gerçeklerini senden öğrendim.
senin içinse geçicilik kanıksanmış
her şey hepsi doğaldı
değil mi?

tüm kırılanlar kopanlar
aslında zaten mahkumdular kendilerine
ne gerek vardı kalıcıklarını sanıp üzülmeye
aşk için o süreci kesip bitirmeye
ne gerek vardı
yaprakların yanılsama da yere düşmelerine....

1 Haziran 2008 Pazar

*-*

it's just me that makes the difference in you.
for all you are just a boy.