30 Ağustos 2008 Cumartesi

sand turns into sun when you smile.
head over heels
my world upside down.
sea of tears vanish on the sky. 
the sky squeezes  in my flying heart.
your smile heats up my universe.
red horizons sparkle to embrace my soul,
for me to feel united with the cosmos.
waves cushion my afternoon sleep.
bubbles form my dreams
and it's only when you smile
that I smile.
and that's just enough for me to
wait for that wonder.

16 Haziran 2008 Pazartesi

bir kere de sen olma*

tap dansçısının ritimleri
televizyondaki çocuk
reklam panosundaki yüz
evi yanlış arayan ses
odamdaki hayalet
fıskiyedeki damlalar
çeşmedeki yansıma
çimlerdeki zümrütler
tangonun ateşi
jazzın herşeyi
mürekkebin lekesi
kurşun kalemin isi
falımdaki tek kişi
anılarımın ibareti.

bir kere de sen olma.
It's the day they decide for your life
it's the day I end in love with you.

It's the day sun decides whether to shine upon you
It's the day I decide to fade away forever for you.
-just to make you comfortably numb
-just to clear away your consciense bothered by my endless love.
-just to deprive my life of a consuming unyielding purpose.

It's the day, you decide to live forever
in a reality created by the chasms of fate
leaving my mortality behind by killing me
for the new life created just for you.

It's the day I end in disparition too find myself nowhere
in the new day, in your new life in new you in new me.

10 Haziran 2008 Salı

It's desert now the river of babylon*

It's desert now the river of babylon*
I sat by the river of babylon and wept over the memories of leaves.
the water of the river swayed them to dissolve the tears of my face

on my reflections
The tears are

ramnants of a wonder, proofs of obliviance's non existance.
jasmin's redolance of aşk, daisy's innocance.
the trans of hyacinth
just to sense their perish.perish.perish

I sat there in memoriam of petals, leaves and trees
only to find them only in my delirious dreams.

5 Haziran 2008 Perşembe

kibir dünyası

geçen gece rüyamda gördüm seni ya da senin bir hayalini.
bir buzdağının üstünde incecik gömleğinle bana el salladın. "Hoş geldin," dedin "benim dünyama..." arkan bembeyaz, gömleğin bembeyaz ,pantolonun siyah. ıssızlığın kalbinin su yüzüne çıktığı haliydin kibarca.
-ellerini uzattın bana dokunabilmek için-
ben akdeniz yelkenlim, alevden yelkenlerim, nefesten rüzgarımla süzülüp giderken.
tutamadım seni ellerinden eritme korkusundan uzanabilen yegane bağlarını. kendimi erittiim bitirdim sadece kararsızlıktan. saniyeninin saniyesinde-senin buz gibi ateşinle.
her zamanki bendim.
"neden" dedin bana "tutmuyorsun ellerimi atlıyım mı yanına yoksa?"
"Dur!.. farklı dünyalardayız biz. yanlışlıkla karışmışız bu rüyada özlemden.
o (özlemki)gerçek hayatta kibirden ötürü yüreğimden bile sakladığım."
"artık farklı değiliz" dedin "hepsini buzdağının altına gömdüm"
muzip bir gülümseme bilirdi yüzenden buz parçaları kırılıp düşerken.
ümitlendim bir an "istikrarlı hataları kişiliğinin,
senin seni senden ve de benden kılan üstün kibirin
gerçekten gittii "dedim aynı anda benim aşktan erimeye maruz ve mahkum haysiyetimle beraber.
Yanan dudaklar, sıcak bir nefes ve kalp atışlarının titreşimleriyle üfledim yelkenleri
son hız sana doğru süzüldüm aramızdaki okyanusu yaka yaka.
tam geldim dedim yamacına buzdağının
göğsünde uyumanın hayalliyle gözlerimi kapadım.
ve bir ses geldi o anda. kalbin kırılmasının o keskin sesi. soğuktan ilkinde hissedemesemde sese aşinayım. parçalandım yavaş yavaş dibe doğru batmaya başladım.
ne oldu anlamadan birden dönüştü senin o çağrıların soğuk ellerinin sallanmasından ibaret ben burdayım diyen bir davete.

ve benim sensiz ve bensiz sadece sana yakınlaşmam buz dağının görülmeyen kısmında parçalanıp gitti kaderden ve kederden.
sen bir kez daha sıkılgan ben bir kez daha kırılgan
aşkı yaşayamadık kendi yapılarımızdan.
buz dağının görülmeyen noktalarına çarpmıştık, dağılmıştık ancak rüyalarda vardık.

uyandım sonsuz hüzün ve sade imkansız aşkla. uyandım gene var olmayan ısının soğuk ter damlalarıyla. hiçbir şeye sahip olmamanın beyazlığıyla. umutsuzluğun boşluğuyla. uyandım sadece yeniden uyumaya.
neden dedi bırakamadın beni hiç?
sonsuz olma, son olma, hiçbir şey olmama, her şey olma. isteklerimden bırakamadın seni.
ben her an biten bir kurşun kalem
sen ise uğruna bittiğim sözcüklerin tümü.
ben her an yanan bir kurşun balerin
sen ise etrafında pervane olduğum alevdin
ama aslında sen sadece üzerime isini sürmüş sönmüş bir kor ateşiydin
ben bunu kabullenmemek uğruna
geçmiş yanılgılarımla yanmamak için
senin majestik ateşinin yanılsamasında
yandım kül oldum bittim.

hayata kızma sanatı

hayata kızma sanatı.
bu bizim yaşadığımız
oksijen yerine nikotin içimize çektiğimiz.
dışa verdiğimiz ruhtan parçalar
beceri senden geriye kalanları pazarlaman,
sarı siyah gözlerindeki yaşları pırıltı
çatlak dudaklarını kırmızı
çizgileri tecrübe(leştirmek)
ve aynaya gülüseme(sek)
ama aslında bir tablo olmak
her fırça darbesinde daha da aşınan.
monalisagülüşü olmak
çok şey bilmek ama yaşayamamak.

çıkamamak o kanvastan
başkaları için mükemmel
kendin ise çabalarının toplamından ibaret olmak.

3 Haziran 2008 Salı

Hastanenin geniş kapısından sık ama minik adamlarla içeri adımını attı.Burası acilin kapısı gibi kalabalık olmayan daha çok önemli devlet büyüklerinin hastahaneye kaldırılırken kullanılan hasta girişi ya da klinikleri ön cephede kalan doktorların kullandığı bir devlet hastanesine ya da herhangi bir hastaneye göre ıssız bir girişti. Topuklarının sesleri mermer holde yankılandı. Bekleme koltuklarının yanında tekerli sandalyede iki yaşlı adam gözlerini ona dikti. Yaşlı...yaşlı ...dedi kendi kendine... Yaşıtlarım diye düzeltti sonra kendini. Adamlardan bir tanesi ona gülümseyince Faina'nın içini bir panik sardı "acaba eski bir arkadaşım mı? Faina da ona hafif, belli belirsiz, kafa karışıklığını yansıtmamak için uydurulan nemli dudaklarının büzülerek hafifçe aralandığı bir tebessümle cevap verdi. Tekrar hızlandı. Bu gün hayatı ya yeniden başlayacak ya bitiecekti.Asansöre doğru yürürken topuklarının sesi daha da yüksek çıkmaya başladı. Tayyörünün siyah dar eteği kalçasına doğru toplanıyor, siyah uzun saçları sırtına sürtürenerek onu daha da gerginleştirimeye çalışıyordu. Hiç birine boyun eğmedi en sonunda. o güne varmış olmanın rahatlığında 72 yaşın verdiği duygu dinçliği içersindeydi. Ölüm ya da hayat, aşk ya da veda. Eninde sonunda herşey yaşamın bir parçasaydı. Bu kayıtsızlık yıllar yılı kalbinin kırıkları ve kayıplarıyla elde edilmişti. Yaşlılığın sonsuz nimetlerinden biri.
Çok da yaşlı değildi aslında. Kalben yaşlanmıştı ama bir o kadar dinginleşmişti. Sağlığı fena değildi, bir kaç renkli hap alıyordu ki hayata boyunca da almıştı zaten. Sadece bir mesela kalmıştı onun kafasında onu da halletse yazlık bir yere çekilebilir geceleri yıldızlara gündüzleri bulutlara bakarak vakit geçirebilir ve tüm bunları yaparken de hiçolmadığı kadar huzurlu olabilirdi. Sadece o son mesele de hal olsun onu hayatın çıkmazlarında tutan her şey biticekti .
Asansöre varmak üzereyken, Çocuk kliniğinden minik bir kaçak bir anda kafasını kapının arkasından boynuna kadar gözükcek şekilde uzattı. Faina bu sefer hastaneye geliş nedeni unutmuşçasına tatlı bir tebessüm yolladı. Hşşt dedi ufaklık kimseye söyleme.
Faina anlam veremedi.
Derken beyaz çoraplı iki küçük ayak ve beyaz hastene pijamalı sıska bacaklar kapıdan dışarı adımını attı. Hızlı hızlı geniş kapıya doğru koşuyordu. ayakları mermerde kayıyor son anda dengesini sağlıyor ve hiç umursamadan var gücüyle hayatı için koşuyordu. Faina ne yapacağını bilemedi. insanların kararlarına saygı duyardı ama o 5 yaşındaydı. Neyseki kliniğin açık kapısı girişteki dev kapıyla cereyan yapınca şiddetlice çarptı ve minik kaçak son anda yetişen bir hemşire tarafından kurtarıldı.
Faina asansöre bindi ve o'nun yanına çıktı. Genç bir kadının anıları, yaşanmışlığın izleri ve beklentisizliğin huzuruyla.
our last kiss was the best farewell of all the times
the melancholia so bounding
the tears so tense
it forced us to stay

2 Haziran 2008 Pazartesi

sen benim için her şeydin. dedi kız ona.

peki her şey neydi dedi? çocuk.

sendin dedi...

ben sen olunca herşey arkada kalamazdı.



şimdi neyim ben

ya da sen? dedi çocuk

biz yoksun biliyosun bu gerçeklite

sen dedi herşeysin hala

ama ben ben deliğim...

o yüzden herşeydin aslında

şimdi ise hiçliğin arkasında kalanlardan ibaretsin.

biz varız biliyorum bu gerçeklikte

senin bilmediğin düğümlerde
sen benim için her şeydin. dedi kız ona.
peki her şey neydi dedi? çocuk.
sendin dedi...
ben sen olunca herşey arkada kalamazdı.

şimdi neyim ben
hatta daha da önemlisi sen? dedi çok.
sen dedi herşeysin hala
ama ben ben deliğim...
o yüzden herşeydin aslında..
elini tuttu onun.
tütsü kokuları, kırmızı uzun eteleri uçuşan kadın, dalgaların köpükleri, puantiyeli beyaz elbiseli kız , dalgaların ıslatmak üzere olduğu nemli açık kahve kumlar, hafif dekolteli kız, kumdan kalelere dönmüş sarı kızgın kumlar, hawai gömlekli jöleli çocuk, pembe petalleri uçuşan zakku,m keten gömlekli yaşlı dede ve t-shirtlü çocuk hepsi havada asılı kaldı.
sadece müzik çalmaya devam etti arka planda.
sen başıma gelen en az en çok hatalarım
aah sen
her şeye rağmen bana sevap günahlarım
sen geceler boyu buram buram yandığım
ah sen
kokuna hasret uykularla dalaştığım.

elini bıraktı
dalgalar nemli kumları sırıl sıklam yaptı. tütsü kokusu barbeküye karıştı. bir minik, kumdan kaleleri tekme atıp kahkalarla gülmeye başladı
bisikletler gelip geçti yanlarından geceleri parlasın diye renli farlarla süslenmiş tekerlekleriyle .
küçük çocuklar onlara müzikli kornolarından çaldı. abi öpcek misin onu dediler. kızın yaşlanmış gözlerini görmeden. çocuğun o son defa aşkım dediği gözleri görmeden, aşkım diyen gözlere takılarak
öpücek misin abi.
bakakaldı o.
kız ise hızlı hızlı her adımda daha fazla ikna olarak yürümeye başladı . ilk defa ona doğru değil ondan uzağa
her şeye rağmen
arkasında onu bıraktı
ya da
nı sandı.

kırık bir gülümsemeyle elveda dedi bir kez daha arkasına bakmadan ,bakıcağını bilerek.
bu sefer sessiz olcak bu veda dedi
kırmızı burunlu palyaço
içini çekti pandomimci
konuşsam da anlamican
ama
-sadece kendim için-
içim el vermez ilerde
sana anlatamazsam bilmediğin ama bilmen gerekenleri
hissetmeyeceğini ama hakkında hissedilenleri

bembeyaz yüzünü avuçlarına aldı
gözünün etrafındaki siyah halkayı
bir göz yaşı dağıttı

yok olmaz dedi pandomimci
ben bile yetersizim bu sefer hissettiklerime...
ve bir yaprak uçtu sonsuzluğa sarı
ilkbaharın geçiciliğinde, diğerleri kalıcıyken.

ben senin için öldüm dedi geride kalana
sen benim için yaşamadın bile.
ilkbahar için yaşıyorsun
o hep süreciğini sandığın geçicilige,
hayatın hayatı için sadece.
ben aşkın yalanını dolayısıyla
hayatın gerçeklerini senden öğrendim.
senin içinse geçicilik kanıksanmış
her şey hepsi doğaldı
değil mi?

tüm kırılanlar kopanlar
aslında zaten mahkumdular kendilerine
ne gerek vardı kalıcıklarını sanıp üzülmeye
aşk için o süreci kesip bitirmeye
ne gerek vardı
yaprakların yanılsama da yere düşmelerine....

1 Haziran 2008 Pazar

*-*

it's just me that makes the difference in you.
for all you are just a boy.

26 Mart 2008 Çarşamba

I collated anecdotes about life from where I waited like dormant seeds.

Commendations, praisals and a few pans there were.


So I visited the sun of the cosmos and asked for a life.

What do you want exactly? she said.

I said I want it all.


What are you going to give me as a collateral she asked

I said my word

Such a blunt such a brisk answer and for that I shall give you life she exhorted.

with a few admonishes and rules to go.

"You shouldn't shine as much as me or I shall have to take it back.

You should not succumb to temptations

you should not fall in love

you should not be conspicious."



Lugubrius as it was, I decided to give it a chance

I might be scintillating as I much as I wanted and she would never know.

No dissentive was enough to take me out of my way

nothing was a deterrence.

As unbriddled as I was

As spartan as she was.


She warned me once again of irredemmeble mistakes.

and I said She shouldn't have to worry at all.

"there is no way I recant what I said" she said

NO way. so behave.


As dreary as it was I was intrepid.

This premptory demarcations were nothing to me.

I rebuffed at once to her rules

as life spurned me furthermore

I was obtuse in the fact that sun was the sun

and how lurid her sparkles could be

and affronting she might be

how willy she would form her machinations.

how much she can reiterate

how infenitesimal I was

how much effrontery she could commit in her self effacing way

and how impudent she could be.


The sun after all is the sun.

21 Mart 2008 Cuma

As a Spurious Nun

Why do I even try?
If I lie here,
everything would sleep away.
sweeping down from my blanket
the guilt and the sin.
the irredeemable aspects being of human.

That's not the way it goes said my cat
however, sleeping on my chest.
You have to face it she said.
a little wise creature it was.
probably wiser than I was.

I said I faced it. by sleeping.
Such a wiseass I was.
it was not a lie though.
I faced it in my dreams.
It was not my inition for sure.
it hunted me furtively.
it was not ephemeral
it was just the opposite
trasncending deep
immobilising.

Denial I was in.
I had been resisting the virulent induction of reality.
but deliberately it was insinuating in me deep
and so I was sleeping
and my cat was trying to cure me.

and there I was sleeping
as a spurious nun
I was lying in my tomb
with white sheets all over
waiting to be criminated
to cease the pain of living
and to taste the joy of
absolute cleansing.

sedef anları

"Bir anlık bir şeydi o cesaret o coşku geçti gitti" dedi
kum tanelerinden dev kızgın fırtınalar yaratarak.
"Elimde değildi bilemezdim, kimse kötü olsun diye başlamaz" dedi.
kıyıya vuran dalgayı durdurmak için geç kalmıştı.
"Ama..." dedi "sevdim seni "
kırılmış deniz kabuklarını birleştirmeye çalışarak.
"Bir anlık bile olsa da mı?" dedi deniz kızı.
Kulağını deniz kabuğuna dayamış.
"Evet dedi o bir anda tüm ömrüme yeticek kadar sevdim sen, o yüzden bir anda bitmeliydi."
bir dalgaya dimdik dalıverdi köpüklerin üstünden.

"En azından ilk dediğinde dürüsttün
bir masal yazma derdin yoktu" dedi kız.
Deniz altındaki mağaraya cadıyı aramaya giderken.

"Senin için senaryo, benim ise hissetiklerim sadece
o yüzden başlamadan bitmeli
acımamamam için daha fazla ileride
arınacak anılar olmadan
okyanusa atlamalıyız
özgürce. tesadüfmüş gibi sanki birden. hafifce. ruhumuzun ağır gelmeden bize. yaşayabilmek için. karşılaşmamış gibi.
eğer ileride o acıyı silmek için kalbimizden
atlarsak suyun enginliğine
bile bile batıveririz
kalbimiz ağır gelir.
yutar bizi zira anılar.
hapseder uşsuz buçaksız çaresizlikte
ve kurtulmak anca ölmektir
hayat dolu su kbarcıklarının içinde. "

"böyle seven gidemez" dedi deniz kızı.
İnanamadı.
"Gitmek istediği için gitti" dedi saçlarındaki yıldızlara.
kavgalara gerek yoktu.
inanmış gibi yaptı.
"öyle diyorsan o zaman unutmazsın beni" dedi.
kapalı bir midye açtı bir inci için.

"Unatmam" dedi çocuk
"Senden hafiflerini arayacağım hayatım boyunca
bir daha bir anda bitmesin en güzel şeyler diye"
-ve incileri bir kenara attı.

ve bu kızın hayatının en güzel iltifatıydı.
en hüzünlü olan belki.
ölümsüzlük sözüydü o
deniz kızına
insanların korkak dünyasında.
keskin bir likördü
azıcıkta olsa sevilmek.
söz verdi deniz atına:
unutmadan garip prensi
kendine onla dalıcak birisini bulmaya
köpüklerin nefessiz dünyasına.
o uçsuz buçaksız deniz kenarında...

güneşte kuruyan kuyruğunu ihtişamla
suyla gıdıkladı kayalığın üstünde.
-yavaşça-
yakındaki taşların yeşil tüyleri gülümsedi
göz kırptılar ona ümidi kim sevmezdi
ve o bitmez tükenmez yaşama güdüsüyle
deniz kızı suya atlayıverdi
peşinden milyonlarca küçük sevgiliyle.

18 Şubat 2008 Pazartesi

yıldızları veriyorum sana

avuçlarını aç ve gözlerini kapa.

ilkin biraz soğuk gelicek sanki kar taneleri koymuşum gibi.

yavaşça ısıncak sonra o enerjiyi duycaksın

sanki milyonlarca öpücük koymuşum gibi avuçlarına

çünkü,

yıldızları veriyorum sana



onlar gibi ihtişamlısın benim için

uzakta parlarken birden

hayatımı değiştirirdin.



yıldızları veriyorum sana

çünkü

onları emanet edebilceğim tek kişisin.

onlara bakarken aynı zamanda

onları izlerken kendinden geçersin.



yıldızları veriyorum sana

çünkü kendininkilein yanında

yer var hep başka hatıralara

ve onları veriyorum sana

çünkü ancak sen onlara bakabilirsin.

17 Şubat 2008 Pazar

lKar taneleri yavaş yavaş düşüyor. aşık oluyoruz, kimimiz kırılgan kırılgan savrulurken, kimimiz kırılmayarak ''aşk'' oluyor. kimimiz huzurlu bir kar tanesi edasıyla parçalanmadan daha büyük bir bütünlüğün parçası oluyor, kimimiz eriyor yere düşmeden yavaşça. ya da düşünce sakince, kimsenin haberi olmadan eriyip bitiyolrar. üzerilerinden milyonlarca adım geçiyor, eziliyolar, dağılıyolar ve iz kalmıyor onlardan. hüzünlü her kar yağışı, arzulu her kar yağışı, ortak temaya sahip ayrı hikayeler her kar yağışı.
bir kere iki kere çok kere hep aynı süreç uçuşurken. hepsinde ortak bir hayalimiz oluyo. bazen hiç bazen bir iki bazen çok kere. aşk buluyo insanları. hep aynı düşünce:
hiç bişey ters gitmesin. sonsuza kadar sürmesine gerek yok, aşk bizi bizden etmese yeter. ama o da aşk mı şimdi?...
Acıtmadan bazen yaşadığımızı hissetmeyiz.
Kimilerimiz aşkı buluyo kimilerimiz ondan vurgun yiyor. ben ikisinide yaşadım ama sadece vurgunda aralarındakii adaletsizliği anladım.
Neden bu kadar zor bazılarımız için? ya da diğerleri neden bu kadar şanslı?
Ya şanslı değiller, sadece elindekilerle yetinmesini biliyorlar ya da mükemmeller. hayatın karmasında o aşkın getirisini hak edecek kadar mükemmeller.
Kimi kandırıyoruz kimse o kadar mükkemmel değil.
Doğru yaptıkları bişey olmalu bu allah vergisi bi yeti olamaz.
O bir strateji.
Bir kere terk mi edildiler o aşkın arkasından abartacak kadar ağlamıyolar herhalde yenisini buluyolar. Bir kere terk mi edildiler terk etmeyecek bir tipe gidiyolar. bir kere terk mi ettiler, bir daha terk etmeye cesaret edemiyolar.
Hep kaldırımdan yürüyolar. Yavaş Yavaş. Spor arabada kaza yapma riskini almıyolar. Tüm birikimlerini yatırmıyolar kaskosuz bir tehlikeye.
Sakin sakin. Bir sedanın arka koltuğunda kemerleri takılı.
Ya da bir heçbekin arka koltuğunda.
Kimi zaman gösterişli sağlam ama anlamsız hummerlarda.
Üstleri açık değil, üşümemek uğruna rüzgari hissetmiyolar yüzlerinde.
Çocuk kiliti açık. bu kısır döngüden çıkamıyolar açamıyolar daraldıkları anda kapıyı. kapıyı açmaya karar verene kadar ise cayıyolar o bir anlık dürtüden.
Alarmı var arabalarının. Yaygaracı olanlardan. Gecenin bi yarası tüm mahalleyi uyandıranlardan ama çalmasına hiç gerek kalmıyor.
Onların arabaları zaten geceleri kapalı garajlarda.
Güvensiz kısa yollardan kaçmak yerine trafiğe tıkılı kalmayı seçicek tipler onlar.
En kestirme yol en iyi bildiğin yol diyolar. kuzudan ayrılanı da kurt kapar zaten.
Camlar yarı hizasına kadar açılı ancak nefes alacak kadar, alabiliyolar mı acaba?
Radyoda hep aynı şarkı çalıyo. köprü trafiğinde tıkılı kalınca bi kere bile emniyet şeridinden gazlamıyo onlar.
-Onlar mecburlar yanındakilere aşık değiller aslında. -
Çünkü eğer aşık olsalar:
sınırları zorlarlardı. Her risk bir eğlence olurdu. yeni bir heyecan.
bunu da yapsam beni sevmeye devam edecek mi sorusunu sorarlardı. sorunca yaparlardı.
seni sonsuza kadar sevicem sözü gerçek olamicak kadar güzel gelirdi onlara. şüphe duyarlardı. inanmazlardı. ya biterse ya biterse diye yiyip bitirebilirlerdi kendilerini ama yiyip bitirmemeyi seçerlerdi. kaybetmekten korkucak kadar çok severlerdi. sonra bu korkuyu görmemezlikten gelicek kadar gözleri kara olurdu. tüylerinin diken diken olduğunu hissedemicek kadar boş olmazdı kalpleri. bu yüzden de o kişi gidince ya da kendileri gidince canları acırdı. vurgun yerlerdi. ve o şanslı gibi gözüken canı acımamış insanlardan olmazdı, mükemmel aşkı bulmuş gibi gözükmezlerdi. onlar yaşar gibi gözükürdü. açarlardı solarlarlardı. kırılırlardı. plastik çiçeklerin o garip düzgünlüğü ve sahteliği olmazdı bazen asık olurdu suratları bazen ağlarlardı. bazen gülmekten sarhoş olurlardı ve bazen aşktan yüzlerinde allık olrdu sanki. taş bebeklerden olmazdı onlar. barbie ve kene benzemezlerlerdi. tek çizgi üzerinde gitmezdi hayatları bazen çarşaf gibi olup bazen tsunamileri ezerdi arzuları. onlar mükemmel değil mükemmeliğim tam tersi kaos olurlardı ve bundan gurur da duyarlardı. heyecan onları olgunlaştırırdı. tecrübeleri hayatlarına anlam katar, onları insan yapardı. yetişkin bedeninde büyümek zorunda kalmış çocuklar olmazdı onlar büyümeyi seçerlerdi o zaman ancak koruyolabilirlerdi ruhlarını taze kılabilirlerdi onları rafta saklamak yerine.konservelere koymak yerine, hissederek taze tutabilirleri ruhlarını. onlar çaba harcıyanlar olurdu hayatlarında status quo yu kabullenmek yerine. eylemsizlik hayat felsefesi olmazdı onların.
gene de tüm bu yorgunluğa rağmen içten içe bilirlerdi herşeye değerdi bu gerçeklik...

ve her karyağışında ne güzel yağıyor demek yerine. düşünürlerdi bir kar yağışında ne gizli diye?

Deniz donar mı acaba derlerdi. Sonra donsa da üstünde yürüsek derlerdi.
Sis kalkar mı acaba derlerdi. Bunu sorarken belli bir nedenleri olmazdı.
O şimdi beni düşünüyor mu acaba derlerdi. Düşünmeyeceği ihtimalini bilirlerdi ama sormadan edemezlerdi.
Ve keşke beni düşünse diye o günü geçirirlerdi.
fark etmeden düşünerek
sonra kar altında kalsa herşey derlerdi.
ve karı her şeye rağman severlerdi.
kar altında kalmasa da yaşanılanlar, yaşanılanları hatırlatsa da kar.

10 Şubat 2008 Pazar

kırmızı biberler- red peppers

Time to go.

7 am. another alarm ringing. I change my alarms almost every month because I hate alarms. I hate the way they sound. I hate everything about them. I hate the way it forces you to start the day. Sex and the City theme song buzzes in my head. I swear at the alarm though I like the melody. I've put it not to swear at it. I can not control myself it's early in the morning. I kinda like alarms because they have intentions. almost good intentions. Like I wanna have. Intentions are good, any spur is good. They make you live. For example if alarms wouldn't ring early in the morning why would they exist? They have meaning in their life. They have entities. I even wish I was an alarm. Alarms make you start the day without them I couldn't and most probably wouldn't start any day.

I head for the bathroom. Bathrooms always take my time and my mind away. Mirrors. that's their problem. If they weren't mirrors many people would be happier. Toilet, face washing, teeth brushing, face creams, some heedless looking, hating the spots and blackheads, basically selfhating and thus hating life.

Dressing, choosing. Getting really ready. Feeling better. make-up. feeling even better.

7.30 am breakfast.

Tea is first as always. Tea makes you start the day. Tea solves problems. Herbal teas pacify. Camomile is my favorite. I'm one of the nervous pals. But I try not to use them, I'm trying to overcome my problems by myself. kind of silly though. Tea could be a way of overcoming. I like tea. I wish I was an earl gray.

Then there goes the red peppers. not chilly. delicious ones. I love them. I eat them every morning. They are never chilly though there is the risk. You never know until you taste them. I never doubt them because somebodyelse serves them .I'm inclined to feel in peace almost secure. But today there is something different about them. Do they look crimson? no. Are they different? Not really. But I feel. They are chilly. I hate chilly things. I deteste them. and today they are chilly. but how can they be chilly when you have eaten them for whole life and they have tasted good, how can they be chilly. Fear. I'm fearless. I always take risks. I'm proud to be that way. Intrepid. I like calling myself intrepid. I taste the peppers. they are chilly. Water. emergency. hands away from eyes. too late. eyes are gone too. no eyes are not that important make-up is gone too. I'm late I should have listened to the whispers of red peppers.



Later on that day, I thought why why why the peppers were chilly??

and I came up with the answers that shaped the philosophy of my life.

1. listen to your insticts. be brave but not silly.

2. always be positive. you shape your own life.

3. maybe but maybe there are reasons of why event happen to us. I wanna believe in reasons but in the same time because I don't want any unfortunate events in my life ı don't wanna believe in reasons. but maybee.. in upcoming blogs :p

that's what red peppers thought me and now I believe that from everyone, every incident and from almost every being living or not I can learn something and thus can have a meaning in my life... I don't have to be an alarm, or tea to feel that I'm living. It's enough to ''live''

thanks for oytun yücel and pınar yola for urging me to go get a blog. =)